Cenâb-ı Hak Kur'ân-ı Kerim'inde Hz. Muhammed hakkında "Şüphesiz ki Sen, büyük bir ahlâk üzerindesin." 1 ve "Andolsun ki, Allah'ın Resulü'nde sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umar olanlar için ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnek vardır."2 buyurmaktadır. Henüz kendisine nübüvvet vazifesi tevdi edilmeden önce Onun ruhunda adaletin bütün incelikleri ilâhî bir terbiye neticesinde bir nüve halinde temellendirilmişti. Nitekim Hz. Peygamber daha çocukluk yıllarından itibaren, cahiliye topluluklarının ahlâkî düşüklüklerinin dışında kalmış, gençlik yıllarında zulme ve haksızlığa yani adaletsizliğe karşı çıkmış, bu amaçla oluşan, Hilfu'l Fudul cemiyetine katılmış, Kabe hakemliğinde olduğu gibi ihtilaflı durumlarda cahiliye insanları bile Onun adalet duygusuna sığınmıştır. İslâm'dan önceki dönemde Onunla ticaret ortaklığı veya yol arkadaşlığı yapmış olanlar Onun hakkında "Ne kimsenin bir kuruş hakkını yerdi, ne de kimseye hakkım yedirirdi, hak konusunda hatır gönül dinlemezdi." diye şehâdette bulunmaktadırlar.3
Kur'an'da adalet, "Adl, kıst" ve "mîzan" kelimeleriyle ifade edilmiş, "Gerçekten Allah adaleti, ihsanı ve akrabaya vermeyi emrediyor." 4, "De ki, Rabbim adaleti emretti."5 ayetlerinde adalet, uyulması zaruri bir emir olarak müminlere yüklenmiş, "Adaleti gözetmenin, meleklerin ve ilim sahiplerin ortak karakteri.."6 olduğu belirtilmiş, "İnsanlardan adaleti emredenleri öldürenlere elem verici bir azap olduğu" 7 hatırlatılmıştır.
Sözde Adalet: Kur'ân-ı Kerim En'am sûresinin 152. ayetinde "Konuştuğunuz zaman yakınınız da olsa hep adaleti gözetin." buyurmaktadır. Hz. Peygamber Kur'ân-ı Kerim'in bu umûmi direktifi yanında "Ey Muhammed! Emr olunduğun gibi dosdoğru ol!"8 emrine muhatap olmuş ve ömrü boyunca gerçekten de doğruluktan zerrece ayrılmamıştır. Rasûl-i Ekrem hicrî birinci yılda kurduğu Medine Site devletinin ilk anayasası diye tavsif edilen "es-Sahîfe" veya "el-Kitâb" adlı kanun metninde şöyle bir esas getiriyordu: "Takva sahibi müminler, kendi aralarında mütecavize ve haksız bir fiil kastını tasarlayan yahut bir cürüm yahut bir hakka tecavüz veyahut da müminler arasında bir karışıklık çıkarma kastını taşıyan kimseye karşı olacaklar ve bu kimse onlardan birinin evlâdı bile olsa, hepsinin elleri onun aleyhine kalkacaktır." Bir de şu olaya bakalım: Bir kere Mahzumîlerden bir kadın, hırsızlık etmişti. Yüksek bir aileye mensuptu. Bu yüzden Kureyşliler bu kadının ceza görmesine taraftar olmamışlar, Hz. Üsame'yi de tavassut için Peygamberimize göndermişlerdi. Çünkü Peygamber Efendimiz, Hz. Üsame'yi çok severdi. İşte bu esnada Nebiyy-i Muhterem şöyle buyurdu: "Bugün medeniyetlerinden hiçbir eser kalmayan eski milletler) İsrailoğulları, bu gibi taraf tutmalar yüzünden helak oldular. Bunlar, fakirler üzerine en şiddetli cezaları tatbik eder, nüfuzlu ve zengin olanları cezasız bırakırlardı. Şayet kızım Fâtıma aynı suçu işleseydi gereken cezayı ona da verirdim." 9 Görüldüğü gibi Hz. Peygamber kurduğu toplumun fertlerine öyle bir doğruluk kazandırmıştır ki, bu toplumun herhangi bir ferdi, kendisinin ve evladının aleyhine bile olsa doğru söylemeyi, istikamet üzere olmayı şiar edinmiştir.
Hükümde Adalet: Cenâb-ı Hak, Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır: "Gerçekten Allah, size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hüküm ettiğiniz zaman adaletle hüküm vermenizi emreder."10
İslâm'dan önce Araplarda adlî işlerin yürütülmesi sağlam temellere dayanmıyordu. Uygulamada esas alınacak yazılı bir hukuk olmadığından problemlerin halli hakemlere düşerdi. Ancak, varılan karar, kesinlik belirtmezdi. Çünkü, kuvvetli olan kendi aleyhine verilen hükme uymayabilirdi. Bundan dolayı umumiyetle güçsüzler suçlu çıkarılırdı. İslâm bu konuda köklü yenilikler getirdi. Adlî işleri devletin yürütme esasını ve hak kuvvetlinin değil, haklının ilkesini benimsedi. "Allah'ın indirdiği ile aralarında hükmet" ayetinin gereği olarak Rasûl-i Ekrem adlî işlerin yürütülmesini üstlendi, bir kadı sıfatıyla adlî teşkilâtı kurdu, yürüttü ve kendisinden sonra gelecekler için uymaları gereken muhakeme usûlü kaidelerini belirledi. Hz. Peygamber devrinde iki kardeşe ait arazi parçası üzerinde bir kulübe yapıldı. Varisleri, kulübenin, kardeşlerden hangisine ait olduğuna ihtilâfa düştüler. Meselenin halli için Rasûlüllah'a başvurdular. O da dâvayı yürütmekle Huzeyfe b.Yemin'i görevlendirdi. Huzeyfe, bizzat kulübenin yanına giderek keşif ve incelemelerde bulundu, çeşitli kimselerin ifadelerini aldı, şehadetlerine başvurdu, sonunda verdiği hükmü Hz. Peygamberin tasdikine sundu. O da verilen kararı temyiz ederek tasdik etti. Hz. Peygamber'in tesis ettiği adalet müessesesinde hakim, delillere göre hükmeder, dolayısıyla onun hükmüyle bir haram asla helâl olmaz. Bu sebeple yalancı şahitlilik ve asılsız delil ileri sürmek şiddetle yasaklanmıştır. Hakimi yanıltarak, hakkı olmadığı halde lehinde hüküm çıkartan kişinin eline geçen için Hz. Peygamber, "O, ateşten bir parçadır." Buyurmaktadır. 11

Muamelelerde Adalet (Alışveriş, Ölçü Tartı Gibi): Cenâb-ı Hak Bakara Sûresinin 282. ayetinde borçlanmanın (alacak verecek hususlarının) şahitler tutarak kayda geçirilmesi gerektiğini, En'am Sûresinin 152. ayetinde yetim malına erginlik çağına erişene kadar en iyi şeklin dışında yaklaşılmamasını, ölçünün tartının doğru yapılmasını, konuşunca akraba bile olsa âdil olunmasını, Allah'ın ahdinin yerine getirilmesini, keza İsrâ sûresinin 35. ve Rahman sûresinin 7.- 8. ayetlerinde ölçü ve tartıda doğruluğun gözetilmesini emrediyor. Rasûl-i Ekrem bu ayetlerde ve burada zikredilmeyen diğer ayetlerde alışveriş ve benzeri muamelâta dair verilen düsturları aynen toplum hayatına aktarmıştır. Medine'ye hicretten sonra İslâm ekonomi kurallarının yürürlükte olduğu bir müstakil alışveriş merkezinin teşekkülünü sağlamış, kendisi de sık sık giderek denetlemelerde bulunmuştur. Bir gıda maddesinin ıslak kısmını alta koyarak satmaya kalkışan birini denetlerken "Aldatan kimse bizden değildir." demesi meşhurdur.12 Hz. Peygamber'in bilhassa ticarî muamelelerde adaleti sağlamak için ortaya koyduğu uygulamalardan bazılarını şöyle sıralamak mümkündür: Bir Müslüman pazarlığı üzerine pazarlık yapılmaması.13, müşteri kızıştırmaktan kaçınılması14, üreticinin malının pazara intikalden önce ucuza kapatılmaması15, ticarette doğruluğa riayet edilmesi16, el emeğine, kişisel çaba ile elde edilen kazanca önem verilmesi17, satılan mal ile ilgili kusurların gizlenmemesi, olduğundan farklı bilgi verilmemesi, alışverişte karşılıklı güven duygusunun oluşturulması18, zengin tacirin takvadan ayrılmaması, dinî, içtimaî, malî sorumluluklarının gereğini yerine getirmesi19, borcun bir ihtiyacı gidermek için alınması ve zamanında ödenmesi20, darda kalan iyi niyetli borçluya mühlet verilmesi 21, malların sürümünü yalan yere yeminle artırmaya girişilmemesi22, helâl yoldan ayrılmaması23, çalışan işçinin emeğinin hakkı ne ise hemen ödenmesi24, aldatan tacirlerin günahkâr25 ve dürüst tacirlerin âhirette peygamberler, sıddîkler ve şehidlerle beraber olacağı26, eksik tartıp yanlış ölçmenin toplumların helakine sebep olacağı27, spekülasyonun yasaklanması28.
Aile ve Çevrede Adalet: Kur'ân-ı Kerim anne babaya hürmeti, onlara her zaman iyi davranmayı, sıkıntılarını gidermeyi, bilhassa yaşlılığın son günlerinde onlara destek olmayı, onlara öf bile dememeyi, yüz ekşitmemeyi29 bizden istemekte, adalet ve ihsan ile birlikte "yakınlara vermeyi, iyiliği" bir arada zikretmektedir30. Hz. Peygamber de anne babayı hoşnut etmenin Allah'ın rızasına erişmeye ve cennete ulaşmaya vesile olduğunu belirtiyor. Kendisi, üzerinde emeği olan cariye statüsündeki Ümmü Eymen Bereke'ye "Sen benim ikinci annem sayılırsın" diye iltifat ettiği gibi, kendisini doğduğu günlerde sadece bir hafta emzirdiğini öğrendiği Süveybe adlı hanıma ölünceye kadar hediyeler gönderiyor, annesi Âmine'nin kabrini ziyaret ederek onun küçüklükte kendisine beslediği merhameti hatırlayarak göz yaşı döküyor, süt annesi Halime'ye, süt kardeşi Şeyma'ya ömrü boyunca sevgi ve saygı gösteriyor, sıkıntılarının giderilmesinde yardımcı oluyor. Yengesi (Ebu Talib'in zevcesi) Fatıma hanıma ve Hz. Âişe'den dolayı kayınvalidesi durumunda olan Ümmü Ruman (rah)'ya saygı ve hizmette kusur etmiyor. Böylece ebeveyne davranıştaki adaleti ölümsüz bir miras olarak ümmetine bırakıyor. Hz. Muhammed gerek torunları olan Hz. Hasan ve Hüseyin gibilerini, gerekse ashabın diğer çocuklarını şefkat ve merhametle bağrına basıyor, onların seviyesine iniyor, dünyasına giriyor, onları şenlendiriyor, kırmadan, üzmeden terbiye ediyor. Hz. Peygamber'in evladına düşkünlüğünü göstermesi bakımından Hz. Fatıma ile ilgili olarak anlatılan şu olay ne kadar ilginçtir: Bir gün Hz. Peygamber, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer Medine'de Ebu Eyyûb el-Ensârî'nin hurma bahçesine gittiler, zevcesi onları "Merhaba ey Allah'ın Rasûlü ve onunla beraber gelenler!" diye sevinçle karşıladı, az sonra Hz. Ebû Eyyûb geldi, misafirlerin tatması için derhal bir hurma dalından koparıp sundu, peşinden bir koyun kesip kebap hazırladı. Rasûl-i Ekrem kendisi henüz yemeden kebaptan bir miktar alıp yufkaya sardı ve "Ey Ebû Eyyûb, bunu kızım Fâtıma'ya hemen ilet! Zira, günlerden beri o böylesini tatmadı." buyurdu. Ebu Eyyûb (ra) da onu hemen Hz. Fâtıma'ya yetiştirdi. (Bu kebap kıssasında bir nükte daha var. Adalet, sorumlulukla iç içe bir kavram olup âdil insan sorumluluğunu müdrik insandır. Dolayısıyla Rasûlüllah gölgelikte serinlemekten, yediklerinden, içtiklerinden, böylesine ikram sahibi bir dosta sahip bulunduklarından sorulacaklarını yanındakilere hatırlatmıştır. (Bu olay, Tekâsür Sûresinin "Sonra o gün size verilmiş olan her nimetten sorguya çekileceksiniz" anlamındaki 8. ayetinin nüzul sebepleri arasında zikredilir).31
Peygamber Efendimiz komşularla iyi geçinme, onlara iyilik etme, tasada ve sevinçte yanlarında olma, komşuların her bakımdan birbirlerinden güven içinde olmaları hususunda da en güzel örnektir, O, bu hususta şöyle buyurmaktadır: "Allah katında komşuların en iyisi komşularına en iyi davranandır.".32 Nebiyy-i Muhterem çevre ile ilişkilerde güler yüzlü, yardımsever, müjdeleyici33, küçüklere şefkatli, yaşlılara da saygılı olmamızı34 istemektedir. Bu açıdan şu hadîs-i şerif ne kadar bir mesaj yüklüdür: "Bir genç bir ihtiyara yaşından dolayı hürmet ederse, Allah o gence yaşlanınca ikram edecek kişileri mutlak bahşeder."35 Peygamberimiz bize kendimiz için sevip istediğimizi mümin kardeşimiz için de istemeyi imanın bir gereği olarak nitelendirirken36, diğer taraftan şöyle buyurur : "Bu kimse dünyada bir Müslüman'ın herhangi bir sıkıntısını giderirse Allah da kıyamet gününde onun sıkıntısını giderir. Sıkıntı içinde olan birisine kolaylık gösterene Cenâb-ı Hak dünya ve âhirette kolaylık ihsan eder. Kim bir Müslüman'ın kusurunu gizlerse Allah onun hem dünyada hem de ahirette kusurunu gizler..."37
Yabancılara Karşı Adalet: Cenâb-ı Hak Kur'ân-ı Kerim'inde Mâide Sûresinin 42. ayetinde ehl-i kitapla ilgili hükümlerinde adaletin gözetilmesini, Mümtehine Sûresinin 7. ayetinde ise Müslümanlarla savaşmayan ve İslâm'ın tebliğine engel olmayan yabancılara iyilik etmenin ve âdil davranmanın yasak olmadığını bildirir. Milletler arası ilişkilerde adaleti temin için savaşlar yapmaya mecbur kalan Hz. Peygamber, gerektiğinde kendisine iyiliği dokunan bir müşrik bile olsa yine adaletin gereği olarak onu minnetle yad etmiş ve ince bir vefa örneği göstermiştir. Meselâ Taif dönüşünde kendisini, oğullarını silahlandırarak himayesine alan ve şehre girmesine vesile olan Mut'im b. Adiy bunlardan biridir. Bedir savaşında esirlere ne yapılacağı görüşülürken Rasûl-i Ekrem şayet Mut'im sağ olup da esirleri isteseydi, hiç bir kurtuluş akçesi almadan onun hatırına hepsini serbest bırakabileceğini belirtmiş, ölen bu kişinin ardından şair Hassan'ın bir mersiye yazmasına da engel olmamıştır. Mut'im'in, Bedir savaşında Müslümanlara karşı müşrikler safında yer alıp öldürülenler arasında bulunduğunu da burada hatırlayalım da Hz. Peygamberin tarife sığmaz güzellikteki adalet duygusunun sonucu olan zarîfane vefa hissinin hangi ölçülere vardırdığını düşünelim.
|